Başarılı yazarlardan biri olan ve son zamanların en popüler kitaplarından birini yazarak adından söz ettiren Ray Bradbury, günümüzdeki kariyerine 600’den fazla kısa hikaye ve 30’dan fazla kitap sığdırmıştır. Son zamanlarda popüler olan kitaplarından biri de Fahrenheit 451 idi. Distopik bir kitap olan Fahrenheit 451, gelecek bir döneme ait düşünceleri kapsayan kitapların yakılmasını temel alan ve ifade ve düşünce özgürlüğünün katledilmesini anlatan bir kitaptı…
Yazmış olduğu her eseri, çok satılanlar listesinde yer alan Bradbury, pek çok ödülün de sahibi olmuştur. İçindeki yazma tutkusuna hiçbir zaman engel olamadığınız ve bu sayede birçok insana ilham olduğunuz belirten yazarın tavsiyesi, sanatın ve yaratıcılığın akılla değil, hislerle ön plana çıktığıdır.
Ray Bradbury ile yapılan son röportajda (Röportajı Gazeteci James Day gerçekleştirmiştir.), kendisine neden üniversiteye gitmediği ve üniversite hakkındaki düşünceleri sorulmuştur. Bradbury hiç üniversiteye gitmediğini belirtirken, şunları ifade etmiştir:
“Hiçbir zaman üniversiteye gitmedim. Üniversitenin yazarlar için iyi bir yer olduğunu düşünmüyorum. Yaratıcılık için büyük bir tehlike. Bence birçok profesör haddinden fazla inatçı, züppe ve entelektüel. Entelektüel olmak, yaratıcılık için bazen korkunç derecede tehlikeli olabilir. Aynı zamanda birçok şeyi rasyonalize etmeye ve nedenlere bağlamaya çalışıldığı zaman bu tehlike daha da artıyor.”
Bradbury’e göre, üniversiteler insanların yaratıcılığını tehlikeye atıyor. Bunun sebebi de eğitimcilerden kaynaklanıyor. Gençlerin pek çok eğitimci sebebiyle yaratıcı yanlarını körelttiğine inanıyor. Entelektüel bir şekilde takılan üniversite profesörlerinin, gençler açısından büyük bir tehlike olduğunu savunuyor ve ekliyor:
“Ancak yazarlıkta böyle bir sınıra yer yoktur. 25 senedir daktilomda düzenli olarak yazı yazıyorum. Yazı yazmaya oturduğumda düşünmem, hissederim. Akılcı davranmak da bu hisleri yok eden en büyük unsur.”
Ona göre genç bireyler, kendi yaratıcılığını ve gerçekliğini, kendi kendine bulmalı. Eğer duygularını ön plana çıkarmak istiyorlarsa, iş yapılırken aktif olmaları gerekiyor. Yazar, ressam, müzisyen, heykeltıraş, fotoğrafçı ya da yaratıcı herhangi bir iş yapıyor olabilirsiniz. Hangi işi yapıyorsanız yapın, yaratıcı olmak, daha da doğrusu en iyiyi ortaya çıkarmanız için duygularınızı emekleriniz ile birleştirmeniz gerekiyor.
Yalnızca bu sayede sürprizler ile dolu olan bir yaratıcılığa sahip olacağınızı söyleyen Bradbury, bu süreç içerisinde bireyin kendisini daha iyi tanımaya başlayacağını da ifade ediyor ve, “Yaratıcılık tıpkı bir ilişkide olmak gibidir. Kendinizi yeniden daha iyi bir şekilde tanımaya başlarsınız.” diyor.
Röportajında kitabında yazmış olduğu Guy Montag adlı karakteri örnek veren yazar, karakteri kendisine benzettiğini ifade ediyor. Yaratmış olduğu tüm karakterlerde, kendini daha iyi tanıdığını ve içinde bastırılmış olan duyguları ön plana çıkardığını söyleyen Bradbury, bu sayede “karanlık tarafını” bulduğunu dile getiriyor ve bu konuda da Carl Jung’un analitik psikoloji örneğini veriyor.
Carl Jung analitik psikolojisine göre, gölge arketipi kişilik bireyin “karanlık tarafını” temsil etmektedir. İnsanın en ilkel kısmı, burada bulunmaktadır ve bu taraf tam anlamıyla bir ruhsal alemdir. Bencillik, bastırılmış içgüdüler ve bilinçli zihin tarafından reddedilen her şey, karanlık tarafta saklanır. Benliğiniz ve varlığınız içerisine gömülü olan bu bölümü ortaya çıkarmak için Bradbury, terapi yapmayı önermektedir ve ek olarak şunları söyler:
“Kısa hikayelerimden birinin tamamladıktan sonra ağlamaya başladım. Uzun yıllar içime gömdüğüm duyguların olduğunu ve düşünmeden, beklenmedik bir şekilde kendimden sürüklediğimin farkına vardım.”