1950 yılında Nobel Edebiyat Ödülü alan Bertrand Russell, insanların iyi bir yaşam sürebilmesi için “verimli monotonluğu” ulaşması gerektiğini söyler. Mutluluk için bunun gerekli olduğunu söyleyen Russell, insan davranışlarının “arzu” tarafından teşvik edildiğini ve bu arzuya karşı direnmenin zor olduğunu, lakin direnmek adına teoriler bulunduğunu ifade eder.
Arzuya karşı direnmenin yanlış olduğunu düşünen Russell, “İnsanlar görevlerine bağlı olmadığı müddetçe görev bilincine sahip olmuyor. İnsanların ne yapacağını bilmek istiyorsanız, yalnızca veya esas olarak onların maddi koşullarını değil, göreceli güçleriyle arzularının tüm sistemini de bilmelisiniz.” demektedir.
Ona göre insan davranışlarına yön veren dört temel arzu (dürtü) vardır ve bunlar: açgözlülük, rekabet, kibir ve iktidar olma sevgisi olarak sıralanır.
Açgözlülük ve Rekabet
Korku ile arzular birleştiğinde ortaya açgözlülük çıkar. İş yaşamındaki davranışlara yön veren en temel dürtülerden biri açgözlülüktür. İnsan, doğası ve yapısı gereği hep daha fazlasına ulaşmak, daha fazlasını elde etmek ya da daha fazla başarıyı tatmak ister. Açgözlülüğün tanımında da bu vardır: “mümkün olan en fazla mala sahip olma isteği”
Russell bu konuda şöyle der:
“Ne kadar çok şeye sahip olursanız olun, daima daha fazlasını istersiniz. Doyum, sizi her zaman atlatacak bir rüyadır.”
Açgözlülük arttıkça rekabet koşulları daralır. Çünkü insan gözünün önündeki perdeden, belli bir süre sonra ışığı göremez olur. Rekabet ortamını görebilmek önemlidir. Hem kendiniz hem de şirketiniz açısından bir rekabet ortamı kazanmak, sizi güçlü kılar. Fakat açgözlülük, rekabetten daha güçlü bir arzudur ve bu nedenle rekabet isteğinin azalmasına yol açar.
Rekabet aynı zamanda insanların “narsist” yanını ortaya çıkarır. Çünkü herkes belli bir itibara, gösterişe sahip olmak ister. Bu gösteriş, insanın gözüne yine bir perde koyulmasını sağlar. Bir insan, başka insanların ne kadar çok dikkatini çekerse, o kadar çok rekabet ortamı yaratır ve sonunda, şöhret ve itibar arayışı içerisinde kendi kişiliğinden yoksun kalabilir. Bu konuda da Russell, “Eğer açgözlülük rekabetten daha güçlü olsaydı, dünya olduğundan daha mutlu bir yer olurdu.” der.
Kibir ve İktidar Olma Sevgisi
Açgözlülük ve rekabet, beraberinde kibri doğurur. Çünkü belli bir güvence oluşur. “İnsanlar beni takip ediyor”, “İnsanlar sürekli beni izliyor” ya da “İnsanlar beni seviyor” şeklindeki düşüncelere personeller kapılabilir. İnsanlar, rekabet ortamı yarattığını sandığında, kendisiyle gurur duyar. Bu tip düşünceler, özgüven yaratır. Yüksek özgüven ise kibri doğurur. İş hayatında sahip olunması istenmeyecek tek şey kibir olabilir. Gerek işe alımlarda gerek kariyer yaşamında, kibirli biri olmak ya da bu şekilde algılanmak hem çevrenin daralmasına hem de kişinin verimliliğini, performansını ve ikili ilişkilerindeki başarıyı azaltmasına neden olur.
Tüm bunlara rağmen insanın kariyer yaşamını etkileyen en güçlü dürtü “iktidar olma sevgisi” olarak yer alır. Bu dürtü, rekabet ve kibir ile yakından ilişkisi bulunan fakat aynı anlamı taşımayan bir kavramdır. İnsan şeref elde etmek yerine itibar olma sevgisini ön plana koyarsa, çevresindeki fırsatları görmek yerine başkalarını taklit etmeye başlayacaktır. İtibar olabilmek adına trendleri takip edecektir. Örneğin, ayın en başarılı olan personelinin davranışlarını birebir uygulamak ya da taklit etmek gibi…
“Güç, gösteriş gibi, doyumsuzdur. Tam güçlülük haricinde hiçbir şey onu tam olarak tatmin edemez.” der Russell ve ekler, “Güç aşkı, gücün tecrübe edilmesi ile birlikte oldukça yükselir ve bu da hem ufak tefek güçler hem de büyük güçler için geçerlidir.”